Kökleri Afrika’ya dayanan
ve Amerika’ya köle olarak getirilen Afrikalılardan yayılıp zamanla bütün
dünyaya ulaşan caz müziği epeyce tekamül ettikten, zencilerin yerel müziği
olmaktan çıkıp dünya genelinde tanınıp bilindikten sonra Türkiye’ye
ulaşabilmiş. Ulaştığı zamanlardan bugüne denilebilir ki caz Türkiye’de hep
“yüksek sanat” skalası içinde kabul gördü; ortalamanın değil gustosu gelişkin
müzik dinleyicisinin ve dahası cebi şişkin kesimin tükettiği bir müzik türü
olarak bilindi. Buna karşın çok iyi caz müzisyenleri yetiştirdiğimiz de bir
gerçek. İçlerinde dünya çapında tanınanlar olduğu kadar, o kadar tanınmasalar
bile o yeterliliğe ulaşmış olanlar da pek çok.
İşte Erol Pekcan, Tuna Ötenel ve Kudret Öztoprak da o çok sayıda ismin arasında ilk sıralarda sayılabileceklerden. Bu üçlünün 1978 yılında kaydettiği “Jazz Semai” adlı plak, geçtiğimiz günlerde bir tıpkıbasımla yeniden yayımlandı. Türkiye’de müziğin kilometre taşlarından biri olmuş prodüktör Nino Varon’un sahibi olduğu Nova Plak etiketiyle 1978 yılında yayımlanmış “Jazz Semai”, müzik tarihimizin ilk caz 33’lüğü olma özelliğini taşıyordu her şeyden önce. Onun da ötesinde, biri hariç tamamı özgün bestelerden oluşan, dolayısıyla sadece yorum değil, aynı zamanda beste önerisi, doğru tabirle halis muhlis “Türk cazı” önerisi sunan bir plaktı. Üstüne üstlük caz plağı geleneğinin neredeyse hiç olmadığı bir dönemden üç sıkı caz müzisyenine ait kayıtları barındırması açısından da arşiv değeri yüksekti.
Erol Pekcan’ın davul ve
perküsyon, Tuna Ötenel’in piyano, saksafon ve perküsyon, Kudret Öztoprak’ın ise
bas ve perküsyon çaldığı plakta, dokuz Tuna Ötenel bestesinin yanı sıra bir de
türkü düzenlemesi var. Az önce “öneri” kelimesini kullanmam boşuna değildi zira
dünya standartlarında bir üç enstrümanisti dinlerken Ötenel’in besteleri bu
albümün Türkiye’de yapılmış olduğuna dair ipuçlarını hiç eksik etmiyor. Öyle ki
bugün bu niyetle yapılan işlere dahi ışık tutup, yol gösterebilir pekala. Bu
kıymetli albümü arşivlerin tozundan arındırıp bugüne ulaştıran herkese minnet
duymalıyız. Sanki iki gün önce çalınıp kaydedilmiş kadar taze ve yeni
kalabilmiş müziği dinlerken de 1994 yılında yitirdiğimiz Erol Pekcan’ı ve 2008
yılında aramızdan ayrılan Kudret Öztoprak’ı yâd etmeliyiz şüphesiz. Müziğin
üretenini ölümsüz kıldığına, yazanın, çalanın, söyleyenin sahiden de “gök
kubbede bir hoş seda” bıraktığına bir kez daha emin olarak.